6 Haziran 2008 Cuma

Nereye Gidiyorsun ?




Ey bu dünya kapısından içeri adımını atmış yolcu.
Nereye, nereye gidiyorsun..?
Sağına ve soluna bakınmadan, etrafında yaşanan hadiseleri tanımadan ve görmeden nereye gidiyorsun
Nereye gittiğini zannediyorsun..?
Nedir bu telaşın ey yolcu..!
Dur, biraz dertleşelim,
Çünkü ben de senin gibi ölümün araladığı perdeden içeri süzülmeye aday birisiyim.
Yani seninle yoldaşız..

Hele dur biraz dertleşelim, dertleşelim de hissettiğimiz yalnızlığın ya da hissedemediğimiz bizi bekleyen akıbetimizin ne olduğunu, bizi neyin beklediğini anlamaya çalışarak hayatımızı gözden geçirelim.

Ey yolcu, Allah (c.c.) seni kendisine itaat eden kullarından kılsın ve kendisinin tayin ettiği yoldan yürümeyi nasip etsin..!
Çünkü O’nun çizdiği yolun dışında kalan yollar nereye çıkar, nereye çıkmaz bilinmez..
Bu bilinmezlikler içinde nasihatlerin en durusuna, en berrak olanına, en mükemmeline, seçilmişlerin en yücesine yani kainatın efendisi Hz. Muhammed Mustafa Sallallahü Aleyhi Vesellem’e uymayı ve O’nu dinlemeyi nasip etsin

Ey yolcu bu yaşına kadar O’ndan bir şeyler öğrendin, O’nu dinlediysen ne mutlu sana
Yok eğer bu güne kadar bu pınardan su içmedin,
O’nun gül kokusunu içine çekmedin,
Kâinatı aydınlatan aydınlığına gözlerini kapadıysan bunca yıl ne yaşadın, ne gördün, ne kazandın..
Düşün, düşün be ey yolcu..!

Ey yolcu! Hatırlar mısın kainatın biriciği bir gün şöyle buyurmuşlardı:

“Allah’ın kullardan yüz çevirme sebeplerinden biri de kulun kendisini faydasız ve yararı olmayan işlerle meşgul etmesidir.”

Eyvah, eyvah ey yolcu. Geçen ömrümüze eyvah, zayi ettiğimiz ömrümüze eyvah eyvah.
Zaman atı aldı başını gidiyor sonsuza doğru ey yolcu
Unutma! sen de bu atın üzerindesin ve hala etrafını seyrederken boş şeylere dalıp gidiyorsun be ey yolcu
Unutma! sen zaman atına binip, ölüm durağında inecek ve hesaba çekileceksin

Ey yolcu nasihat vermek kolay, nasihati kabul ederek yaşamaksa zordur, zordur çünkü dünya işlerine dalıp aralarında kaybolan dünya işlerine bakmaktan etrafa bakmayı unutan için nasihatler acı ve ağırdır
Olsun be ey yolcu varsın yaramızı kanatsın nasihatler varsın acılarımızı derinleştirsin derinleştirsin de ta Ummanların ötesinden işitilsin sızılarımız .
İşitilsin be ey yolcu doymayan nefsi, kamçılanan şehvetin,esir alınan benliğin çığlıkları işitilsin işitilsin…
Olsun be ey yolcu bu güne kadar kimlerin sesine kulak vermedik kimlerin sözünü baş tacı etmedik ki…
Farkında mısın ömrün demi kaçıyor be ey yolcu
Heybemizde ne var neyi taşıyoruz be ey yolcu

Varsın Yüce Resulün nasihatleri sızılarla, acılarla, hakikatlerle gelsin, gelsin de yıllardır taşıdığımız, yıllardır boş yere beslediğimiz, büyüttüğümüz umutları yeşertsin, onlara hayat, gönlümüze umut versin

Ey yolcu bir baksana ne amel konusunda zengin, ne ilimde ileri…
Bu güne kadar hep söz oldu sermayemiz.
Ne öğrendik, ne öğrettik
Faydasız şeylerle gün geçti, ömür zayi oldu
Hesap günü, ceza ve mükafat günü kapımızı çalıyor.
Heybende ne var bir bak, bir bak ey yolcu

Ey yolcu eşi ve benzeri olmayan, Rahman ve Rahim olan Rabbimiz buyurmuştur ki:
“Her kim Rabbine kavuşmayı istiyorsa Salih amel işlesin. Samimiyetle iman edip, Salih amel işleyenlere konak olarak firdevs cennetleri vardır. Onlar, o cennetlerde ebediyen kalacaklar ve oradan hiç ayrılmayacaklardır.”

Emirlerin en büyüğü, en kutsalı, hakikatin odak noktası kainatın sahibi ve sahibimiz emrediyor, vaadediyor…
Ne dersin ey yolcu bu emirleri dinledik mi duyduk mu?
Yoksa dünyevi hazlar bize bu vaatleri unutturdu da yaşadıklarımızı yaşayacaklarımıza tercih mi ettik?
Ne dersin ey yolcu hala nasıl bir ticaret nasıl bir kazanç içerisinde olduğumuzun muhasebesini yapmıyor, şaşkın ve şaşırmış şeytanın çizmiş olduğu yol üzerinde nefis atının vurdumduymaz adımlarıyla kabrin kapısını çalıp eli boş, sermayeyi tüketmiş biri olarak gittiğimizi görmüyor musun?

Ne dersin be ey yolcu ne olursun söyle Allah aşkına söyle eli boş, sermayeyi tüketmiş biri olarak gittiğimizi görmüyor musun?…

Vesselâm

Cumanız Mübarek Olsun..

Hayâ ile Yükseliş




Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) bir hadis-i şeriflerinde, “ASHÂBIM yıldızlar gibidir” buyurmuştur. Onun her biri ‘yıldızlar gibi’ ışık saçan sahabileri içinde Hz. Osman’ın misali, deyim yerindeyse, başka yıldızların ışıltısı arasında kendini pek belli etmeyen bir yıldız, meselâ kutupyıldızı misalidir. Kutupyıldızı gibi… Çünkü, tıpkı onun gibi, Hz. Osman da, ilk bakışta kendini göze farkettiren bir ışık yaymaz. Ama nisbeten zayıf ışığıyla birlikte kutupyıldızı çağlar boyu insanlara yön ve yol gösteren bir yıldız olageldiği gibi, Hz. Osman da bindörtyüz yıldan beri bir yol, bir iz sunmuştur Allah’ın hak yolunun yolcularına.

Oysa, bir kez daha belirtelim, Asr-ı Saadetin büyük olayları içerisinde, Hz. Osman’ın ismi pek önlerde gözükmez. Hz. Peygamber’in hayatını yahut İslâm’ın ilk asrına dair kitapları okuyan herkes, bu örnek asrın hadiseleri içinde Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Hamza, Hz. Ali, Hz. Talha gibi parlayıp ışık saçan simaları görür de, bu simalar arasında Hz. Osman bir derece geride durur.

Zira, onun, bu yıldızlar kümesi içinde özellikle seçilip ayırt edilmesini temin edecek olan, özellikle öne çıktığı belli bir olay, bir gazve yoktur. O ne Hz. Ebu Bekir misali, Mirac vesilesiyle söylediği söz veya Resûl-i Ekrem’e hicrette arkadaşlık veyahut hastalığında ona vekaleten ümmete namaz kıldırma gibi bir sebeple temayüz eder; ne Hz. Ömer gibi putperestliğin en keskin müdafii olarak nam salmışken bir iman kahramanına dönüşme gibi bir hadiseyle öne çıkar; ne de, Bedir’de Hamza’nın, Uhud’da Talha’nın, Hayber’de Ali’nin durumuna benzer bir kahramanlığı söz konusudur. Asr-ı Saadet’e dair kitaplarda Hz. Osman hep vardır; ama hep bir derece gizlidir, saklıdır, gerilerdedir, pek öne çıkmamaktadır.

Hz. Osman, Aşere-i Mübeşşere’dendir. Hem de, onlar arasında, üçüncüleridir. Diğer bir deyişle, cennetle müjdelenen sahabilerini ziyaret ettiği gün, kapısı Resûl-i Ekrem aleyhissalâtu vesselam tarafından bu müjde ile çalınan üçüncü sahabidir. Hz. Peygamber’e halifelikle şereflenenler arasında da, tarihçe, üçüncü sırada yer almaktadır.

Bu durumda, aklıma takılan soruyu ve muammayı çözme çabası içinde, her biri ‘yıldızlar gibi’ olan sair sahabilerin öne çıkan vasıflarını göz ardı etmeden, zahiren bir parça geride duran Hz. Osman’ı öne çıkan vasıflarıyla tanıma imkânı buldum ve bu vasıfların her birinin, esasen bizler için de birer hayat rehberi olarak karşımızda durduğunu gördüm.

Ki, Hz. Osman denildiğinde akla gelen vasıflardan ilkini, ‘hayâ’ teşkil ediyor. Hadis külliyatlarından, bizatihî Resûl-i Ekrem’in (a.s.m.) onu hayâsı ve edebi ile övdüğünü okuyoruz. Keza, yine Hz. Peygamberin, hayâsından dolayı ona karşı hususî bir ihtiramda bulunduğunu bildiren hadisler de çıkıyor karşımıza.

Hz. Osman’da temayüz eden bir vasıf olarak hayânın onun nice büyük ve parlak yıldızı dahi geride bırakacak şekilde faziletçe o derece yükselmesine nasıl vesile olduğunu ise, en başta, yine Resûl-i Ekrem’in hayâya dair hadisleri sayesinde anlıyor insan. Nitekim, her iki Sahîh’te ve Kütüb-i Sitte’nin altı kitabından beşinde mevcut bir hadisinde “Hayâ imandandır” buyuruyor sevgili Peygamberimiz. Onun, yine her iki Sahîh’te yer alan, ve Kütüb-i Sitte’nin hepsinde bulunan bir başka hadisi ise, “Hayâ imandan bir şubedir” diye bildiriyor. Yine Hz. Peygamber’in öğrettiği üzere, “Hayânın hepsi hayırdır” ve “Hayâ ancak hayır kazandırır.”

İşte, hayânın niye ‘imandan’ ve de ‘imanın bir şubesi’ olduğunu anlayabildiği ölçüde, hayâsı karşısında ‘meleklerin dahi kendisinden utandığı’ Hz. Osman’ın neden bu derece yükselebildiğini de anlıyor insan.

Bunu anlamak için ise, önce şu iki sorunun izini sürmesi gerekiyor: İnsan nasıl hayâ duyar? Yahut, hangi durumlarda daha hayâlı davranır?

Kendi hayatlarımız dahilinde tecrübe ettiğimiz üzere, hayâyı, yani utanma duygusunu en yoğun biçimde yaşadığımız haller, ‘görüldüğümüzü’ ve ‘izlendiğimizi’ bildiğimiz hallerdir. Yalnız kaldığımızda yapabildiğimiz birçok şeyi, birisi tarafından izlendiğimizi biliyor isek, yapamayız. Ki bu hal, fıtratın kerih gördüğü, insana fıtraten sevdirilmemiş olan bazı şeyleri uluorta yapmaktan bizi alıkoyduğu gibi, günahtan da sakındırır. Kişi hayâsı ölçüsünde açıkça günah işlemekten çekinir, ve hayâsızlığı ölçüsünde alenî günah işler. Bizi tanıyan birinin bizi o halde görmesi endişesiyle gelen psikolojik utanç, çoğu kez, nefsin günaha davetine rağmen, insanı günahtan alıkoyar. Ancak, yine bu yüzden, tanındığı ortamlarda utanılası fiillerden uzak duran insanlar tanınmadığı ortamlarda günaha daha rahat düşebilirler. (Ki, bundan dolayı, yanında bir tanıdığı olmadan tek başına yolculuktan insanı sakındıran, böyle bir durumda şeytanın insana yol arkadaşı olacağını bildiren hadisler vardır. Yine bu bâbdaki hadislere binaen, refakatinde bir başka mü’minin olduğu halde yolculuk, sünnet-i seniyyedendir.)

Günahtan sakınma noktasında hayânın yanımızda başka insanların olduğu durumlar ile yalnız başına kaldığımız durumlar arasında nasıl bir fark husule getirdiğini kendi hayat tecrübemizle biliyoruz açıkçası.

Peki, insan yanında başka bir insan yokken, yani yalnız başına iken gerçekten yalnız mıdır?

Hayır. Yanında bir insan yokken de yalnız değildir insan. O’nun Semi’, Basîr, Latîf, Habîr, Alîm bir Rabbi vardır. O’nun Rabbi, Semi’, yani işitendir. Basîr, yani görendir. Latîf’tir, her yere nüfuz eder; Habîr’dir, herşeyden haberdardır; Alîm’dir, herşeyi bilir. Sem’, basar ve kudret, yani görmek, bilmek ve işitmek, O’nun sıfatları arasındadır. Dahası, Semîu’l-Basîr ve Alîmu’l-Habîr olan Rabbimizin, her işe müekkel melekleri olduğu gibi, insanın fillerini kaydeden melâikesi de vardır.

Yani, insan her an Rabbinin huzurundadır ve melekler her an yanı başındadır. Allahu Teâlâ ve vazifeli melekleri, insanla her an beraberdir.

İnsan, bu gerçeği kavradığı ölçüde ‘yalnız’ iken de yalnız olmadığını bilir; ve bu gerçek aklında kaldığı müddetçe insanların yanında işlemeye utandığı günahtan yalnız iken de sakınır. Zira, bilir ki, etrafında insanlar yoksa bile, Semî ve Basîr olan Rabbinin huzurundadır ve melekler de yanı başındadır.

Bu açıdan baktığımızda, hayâ imandandır ve imandan bir şubedir gerçekten. Zira, hayâ duygusunun varlığı ve inkişafı, Allah’ı Basîr (herşeyi gören), Semi’ (herşeyi işiten), Alîm (herşeyi bilen), Latîf (herşeye nüfuz eden), Habîr (herşeyden haberdar olan) gibi isimleriyle tanıyıp bilmeye, her an böyle bir Rabbin huzurunda olduğu gerçeğinden gaflet etmemeye, yani iman-ı Billaha ve iman-ı Billah içindeki marifetullaha bakmaktadır. Yanısıra, melâikeye imana da…

Fıtratımıza konulmuş hayâ duygusu, Semi’ ve Basîr olan Allah’a ve meleklerine imandaki terakki sayesinde gelişmekte; hayâ duygusunun gelişmesiyle de, insan takvâ zırhıyla donanıp pek çok günahtan ve pek çok çirkin halden sakınıp korunarak, Rabbinin hoşnut olup meleklerin takdir edeceği salih ameller işlemeye yönelmektedir.

Kısacası, hayâ sahibi olmak ve hele hayâda zirveye ulaşmak ne basit bir iştir, ne de kolay ve sıradan bir iş… Hayâ, imandandır ve imandaki terakki sayesinde bu duyguda bir genişleme ve derinleşme yaşanmaktadır. Hayâda zirveye doğru yolculuk, özellikle de, Semi’, Basîr, Alîm, Latîf, Habîr gibi esmâ-i hüsnâya dair sağlam bir kavrayışla birebir alâkalıdır.

Hayâ ile iman arasındaki bu birebir ilişkidir ki, Hz. Osman gibi bir sahabi, Ashâb-ı Kirâm’ın Resûlullah’ın yanında Allah adına giriştiği savaşlarda iz bırakan büyük bir kahramanlığı görülmediği halde, hayâsıyla şöhret bulmuş bir kişi olarak, sahabilerin en üstünleri arasındadır. Osman (r.a.), imandan bir şube olan ve dillere destan olmuş hayâsı sayesinde, mertebece Hz. Ebubekir ve Ömer’in hemen ardında, üçüncü sırada anılmaktadır.

Hayâdaki bu sırrın, Hz. Osman’daki hayâ halinin, ve onun hayâ ile gelen yükselişinin, şu zamanın günaha çağıran binbir kapısı karşısında bunalan ahir zaman mü’minleri için de hem bir kurtuluş reçetesi, hem de bir yükseliş imkânı sunduğunu düşünüyorum. Bizler de, Hz. Osman misali, Allah’ı söz konusu isimlerinin azamî mertebesinde tanır ve de bu isimlerden gafil olmaz isek, keza kudsî meleklerin hayatımızın her anında bize yoldaş olduğunu bilir—yani, melâikeye imanda da terakki eder—isek, umulur ki, hayâ halimiz o derece inkişaf eder; ve hayâdaki inkişafımız nisbetinde de, nefis ve şeytanın bizi günaha sevk etmesi zorlaşır.

Ne mutlu hayatını hayâyla hayatlandıranlara!
Ne mutlu, bir kutupyıldızı misali, hayatında ve hayâsında Hz. Osman’ı kılavuz tutanlara!

Selâm ve Duâ ile..

Hadi Hazır mısınız ?


Hadi hazır mısınız…?
Serin öyleyse seccadenizi kıbleye doğru.
kapatın gözlerinizi..
aydınlığınız gönlünüzdeki O’na olan sevginiz olsun..
göz yaşlarınız süzülsün yanağınıza.
yüreğinizde kavrulan aleve serinlik olsun göz yaşlarınız..

Işte dost nedir bilmek mi istersiniz..
menfaatsiz..
korkunuz olmayacak..
acaba demeyeceksiniz..
acaba ben onu sevsem o da beni sever mi korkunuz olmayacak yüreğinizde
çünkü O (c.c.) vaat ediyor..
severseniz severim..
severseniz severim..
severseniz severim..
ne güzel değil mi sevginize karşılık bulmak..
sevginizin karşılıksız kalmayacağını bilmek..

şu dünyada yüreğinizi yakan onca dosta.. onca sevgiliye bir çare bir derman..
yürek yakmayan.. yüreğe serinlik veren bir Dost..
Vedud olan bir Dost..
Rahman olan bir Dost..
Rahim olan bir Dost..
Gafur olan bir Dost..
Sözünde sadık olan bir Dost..
Surete değil sirete bakan bir Dost..

Dost.. dost.. dost.. diye inleyene
Gel.. gel.. gel.. diye nida eden bir Dost..

Ben Seni sevdim diyene
Gel kulumsun, diyen bir Dost..

suretimle.. maddemle değil.. yüreğimle ACZİYETİMLE geldim diyene
Rahmetimle.. Şefkatimle.. İnayetimle karşılandın diyen bir Dost..

Haydi,
serin öyleyse seccadenizi kıbleye doğru.
kapatın gözlerinizi..
aydınlığınız gönlünüzdeki o göz yaşlarınız süzülsün yanağınıza.
yüreğinizde kavrulan aleve serinlik olsun göz yaşlarınız..

O dost ise; yürekte serinlik var
O dost ise; yürekte huzur var
O dost ise; yürekte coşku var
O dost ise; yürekte yürek var…

Ve O.. eğer sevgili ise aşık olunan ise..
İşte o zaman yürekte olana tarif yok..
İşte o zaman yürekte olanı yazacak kalem yok..
İşte o zaman yürekte olanı söyleyecek dil yok..
İşte o zaman O var..
ve O var ise..

Haydi artık sözler sükût etsin..
Bırakın yürekleriniz konuşsun..

Seccadeniz Sevgiliyle buluşmanız olsun..
Göz yaşlarınız Sevgiliye hediyeniz olsun..
Yüreğiniz Sevgiliyle konuşan diliniz olsun..

Sevgilinin size nasıl tecelli ettiğini işte o zaman..
İşte o zaman anlayacaksınız..

Ve işte o zaman anlayacaksınız
O Dost ise; her şey dost
O Sevgili ise; her şey sevgili…!!!